DİYANET AİLE DERGİSİ
Basında Fatih Koca
“Hafız olmak büyük bir şereftir. Ama o şerefin
hemen karşısında büyük bir sorumluluk
vardır. Yani o şerefe nail olmak büyük
bir şeydir ama onu muhafaza etmek, sorumluluk
bilincinde olmak demektir.”
1971’de Amasya’da doğan Fatih Koca, 1983’te Amasya Büyük Ağa Medresesi’nde hafızlığını tamamladı. Musikiye küçük yaşta dedesinin teşvikleriyle başladı...
1999’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu… Akademisyenliğinin yanı sıra neyzen ve kasidehan olan Fatih Hoca ile Aile dergisi okuyucularımız için keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik…
Fatih hocam, ülkemizde Türk Din ve Tasavvuf Musikisi
icra eden sanatçılardan birisiniz, aynı zamanda Ankara
İlahiyat Fakültesi Türk Din Musikisi Kürsüsünde öğretim
üyesisiniz. Biz öncelikle sahip olduğunuz bu başarının
sırrını sormak istiyoruz size...
Başarı her zaman Allah’tandır. Meselenin Yüce Rabbimizin
vermiş olduğu nimetlere şükretmekten geçtiğine inanan birisiyim
ben. Hafızlık hocalarım Seyit Ahmet Fırat ve İsmail
Batman her zaman şunu söylerdi bize: “Oğlum, eğer toplumda
bir yerlerde olayım; insanların gönüllerinde yerim olsun
diyorsanız kesinlikle Kur’an’dan ayrılmayın.” Şayet toplum
nezdinde bu manada bir yerimiz varsa bu hep ucundan
köşesinden bir yerlerden Kur’an’a hizmet etmemiz sebebiyledir. Kur’an’a hizmet edeni Allah toplumun gönlünde
muhakkak bir yer edindiriyor. Dedemin
imam olması hasebiyle küçüklüğüm hep camide
geçti. Ne zaman tatile köye gitsem dedemi sürekli
birilerini okuturken buluyordum. Dedem benim
ilgili olduğumu görünce müezzinlik yaptırmaya,
Kur’an ve ilahi okutmaya başladı. Beni bırakmadı.
Bendeki kabiliyeti görüp elimden tutan
ilk kişi dedemdir diyebilirim. Çekirdekten yetişmek
derler ya. Benimki de öyle oldu. Fıtraten de
ses güzelliği olunca bugünlere kadar geldik işte.
Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş olmanız nasıl bir
mana derinliği arz etmekte, anlatabilir misiniz?
Hafız olmak büyük bir şereftir. Ama o şerefin
hemen karşısında büyük bir sorumluluk vardır.
Yani o şerefe nail olmak büyük bir şeydir ama
onu muhafaza etmek, sorumluluk bilincinde olmak
demektir. Allah’a şükürler olsun ehil ellerde
Kur’an öğrenip hıfzettim. Hafızlıktan sonra hemen
medreseden ayrılmadım. İmam hatip lisesine
giderken de medresede belletmenlik yapıyor,
hafız yetiştiriyordum. Öğrencilerimizin başında
onlara örnek olmaya çalışıyordum hep. Burada
hem Kur’an’la hem de müzikle meşguliyetim
devam etti. Sonra Arapça dersleri aldım Kur’an’ı
anlamak için. Kıraat, talim, tecvit onların hepsini
hocalarımız veriyorlardı. Allah hepsinden razı
olsun. Vefat edenlere Allah rahmet eylesin. Bir
Müslüman nasıl olması gerekiyorsa o şekilde yetişmemiz
için hocalarımız çok gayret sarf etmişlerdir.
Hafızlık sizin için ne anlam ifade ediyor
derseniz, ben hayatımı gücümün yettiğince yukarıda
saymış olduğum minval üzere devam ettirmeye
çalışıyorum. Onun bilincindeyim. Allah
günahlarımızı affeylesin diyorum… Gücümüz yetiyor
ancak nefis çekiyor bazen bir kenara… Allah
bizleri muhafaza eylesin.
Konu hafızlık ve öğrencilik yıllarınızdan açılmışken
Fatih Hocam; bu yıllara dair aklınızda
yer etmiş anılarınızdan birini bizimle paylaşmak
ister misiniz?
Unutamadığım o kadar çok anım var ki… Hangisini
anlatayım. Yalnız bir tanesini hiç unutamıyorum.
Türkiye çapında düzenlenecek olan Kur’an-ı Kerim’i güzel okuma yarışmasına katılmak
üzere Amasya’yı temsilen bir öğrenci seçilecekti.
Bu yarışmaya, kursumuzdan güzel Kur’an
okuyan üç arkadaşım katılacağından ben yedekte
kalmıştım. Yalnız, yarışma günü camiye gitmiş,
minber kenarında bir yerde oturmuş olanları izliyordum.
Yarışma bitti; sonucu açıklamak üzere
o dönemin Amasya müftüsü Hüseyin Çınar
Hoca ayağa kalktı. Birden kenarda beni gördü ve
şaşkın bir ifadeyle: “Fatih sen yok musun?” dedi.
(Hüseyin Hoca beni, kursumuzu ziyarete geldiğinde
müezzinlik yapmamdan tanır, sesimi beğenirdi.
Biz ilahiler okurduk, o da dinlerdi. İsmimi
de orada öğrenmişti.) Cemaate ve jüriye Fatih
de okusa olmaz mı? dedi. Herkes gelen teklifi
kabul edince ben yerimden heyecanla kalktım,
kürsüye çıktım ve okumaya başladım... Gözlerimi
aralarda açıyordum ve yaşlıların ağladığını görüyordum.
Hüseyin Hoca birinciyi açıklamak için
ayağa kalktı ve birden “Fatih Koca” dedi. Neye
uğradığımı şaşırmıştım. Yarışmadan sonra hafızlık
arkadaşım Hüseyin Kula beni orada omuzlarına
aldı ve Sultan Beyazıt Camii’nden kursa kadar
taşıdı. Hiç unutmam o anı. Bu bana bir aşk verdi,
bir şevk verdi anlatamam. Hayatımı bu minval
üzere devam ettirmem hususunda bir karardı
aslında o gün benim için. Tabi benim birinci olduğum
haberi dedemlere sonradan ulaşmıştı. Yarışmaya
katılacağımı bilseler izlemeye gelirlerdi…
Konuyla alakalı şunu da eklemek istiyorum. Dedemin
hocası vardı. “Koca imam” derlerdi ona.
Son yıllarını dedemin yanında geçirdi. Dedem
hep bakmıştı ona. Dedeme zamanında; “Oğlum
Allah sana öyle güzel günler göstersin. İşte bu
Hayrullah Hoca desinler. Seni parmakla gösterecekleri
günler de olsun” diye dua edermiş... Dedem
bana derdi ki “Oğlum işte bak biz hizmet ettik
büyüklere… Hocam bana dua etti ve çok şükür
bu duayı, Allah seninle nasip etti bana...” Dışarı
çıkıyorum bir camide veya farklı bir yerde parmakla
göstererek diyorlar ki; “Hayrullah Hoca bu
işte! Fatih’in, şu Kur’an yarışmasında birinci olan
çocuk var ya, işte o çocuğun dedesi bu, diyerek
beni gösteriyorlar” derdi. Hasılı bunun Kur’an’a
hizmetin, büyüğe saygının ve iyi niyetin sonucu
olduğunu düşünüyorum.
Çocukluk ve gençlik yıllarınız Amasya’da geçti...
Bizlere musiki eğiliminizin başladığı bu
yıllardan ve ney’le tanışma hikâyenizden bahsedebilir
misiniz?
Çocukluğumda elektrik ve televizyon yoktu bizim
köyde. Dedemin radyosu vardı. Sabah namazından
sonra ve özellikle ramazanlarda enstrümantal
müzik çalınırdı. Aka Gündüz Kutlay, Niyazi Sayın,
Necdet Yaşar, Ahmet Hatiboğlu, Ekrem Vural gibi
isimlerden eserler dinlerdim. İlk ney sesini orada
duydum. Dedeme neyin nasıl bir şey olduğunu
sormuştum. O da bana kamıştan ney gibi üflemeli
çalgılar yapardı. Adeta köyün kavalcısı olmuştum.
Köylüler çağırıp çalmamı isterlerdi. Ben onlara
çalardım. Herkesi kahkahaya boğardı benim
yaptıklarım. Neyle ilk tanışmam şu an konservatuarda
hoca olan Ramazan Kamiloğlu ile oldu. Hafızlık
yaptığım kursu ziyarete geldiğinde onu ney
üflerken gördüm. Benim merakımı görünce dört
beş günlüğüne bana verdi kendi neyini. Radyodan
dinlediğim neyi ilk kez orada görmüştüm,
elime alıp üflemeye çalışmıştım. Dedemin, anne
ve babamın teşviklerini unutmam mümkün değil.
Onlar da hep destek verdiler bana. Amasya’da
neyzen Osman Yıldız Hocamla tanıştırdılar, onun
evine derse gittim. Hocam bendeki isteği görünce bana hemen iki günün içinde elektrik borusundan
ney yaptı. Nerde ney yaptırıyorsun o zaman.
Ney yapımcısı mı var? Tam iki yıl o boruyla üfledim
ben. Sonra İstanbul’dan Amasya’ya halamın
oğlu ve eniştem ney gönderdiler... Sonra ben o
neyi bir konserimde Amasya müzesine hediye ettim,
sergileniyor şu an. Müzelik olduk yani…
Ney’le olan muhabbetinizi bir defasında; “İlk
defa bir sese âşık oldum, bu da ney sesiydi”
sözleriyle ifade etmişsiniz...
Mevlana der ki, ney bir mürşidi kâmildir. O mürşidi
kâmilin size ifade ettiği, Allah’a götüren yol
ne ise o yol üzere devam edin der. Ben ney sesinden
gayrimeşru bir duygu hiçbir zaman için almadım.
Allah’ı ve peygamberi hatırlatmayan bir
ses almadım. Herhâlde bundan olsa gerek, ney
benim hayatımla bütünleşmiş. Ney’siz geçirebileceğim
bir günüm olmadığını belirtmek isterim.
Çünkü ney benim için bir arkadaştır. Çünkü musiki,
eğer iyi kullanırsanız insanı kötü şeylerden
muhafaza eder. Bir insan fıtraten kızgın olabilir
veya çok hüzünlü olabilir. Bunlardan kurtulmanın
yolu “neydir, ney sesidir” derim. Evimde arabamda
fakültede odamda da neyim vardır. Alırsın eline
biraz ney üflersin, o kızgınlık ya da hüzün yok
oluverir.
Ney’siz geçirebileceğim bir
günüm olmadığını belirtmek
isterim. Çünkü ney benim için
bir arkadaştır. Çünkü musiki,
eğer iyi kullanırsanız insanı
kötü şeylerden muhafaza eder.
Bir insan fıtraten kızgın olabilir
veya çok hüzünlü olabilir.
Bunlardan kurtulmanın yolu
“neydir, ney sesidir” derim.
Şu an Diyanet TV’de “Bad-ı Saba” programınız
devam ediyor…
Beni ulusal manada televizyona teşvik eden 2003
yılından itibaren Mehmet Görmez Hocamız olmuştur.
O yıllarda TRT 1 ekranlarında İslam’ın
Aydınlığında programı vardı. Tam beş yıl boyunca
bu programda TRT repertuarından dini musiki
eserleri seslendirdim. Çok güzel bir hizmet
olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Evet, “Bad-ı
Saba” devam ediyor… Bugün yetmiş küsur program
olmuş… Tasavvuf ve Cami Musikisi konularını
-camiden çıkmışız, bir çay söylemişiz caminin
kenarında şeklinde- sohbet tadında götürüyoruz.
Anadolu’nun farklı yerlerine de götürmek istiyorum
inşallah programımızı… Bu çalışmaları dini
musikimize bir hizmet olarak görüyorum. Bu hizmetin
içinde olduğum için de kendimi hep mutlu
hissediyorum, Allah’a şükrediyorum.
Bugünün gençlerine neler tavsiye etmek istersiniz…
Bu noktada ailelere düşen sorumluluklardan
da bahsedebiliriz…
Her Müslümanın bir enstrümanla meşgul olmasını
tavsiye edebilirim. Özellikle çocukluktan
gençliğe geçiş ve gençlik dönemlerinde anne babalara
tavsiyem çocuklarını bir sanatla meşgul olmaya teşvik etmeleridir. Ney, gitar, bağlama hiç
fark etmez. Hat veya resim de olabilir. Çocukların
enerjilerini güzel sanatlara harcamaları onların fiziksel,
ahlaki ve manevi gelişimlerine kesinlikle
katkıda bulunacaktır. Oğlum Furkan’da ve etrafımdaki
ailelerin çocuklarında görüyorum ben
müziğin olumlu katkısını. Ama neyin ayrı bir felsefesi
var. Neyle meşgul olanlar eğer onun felsefesini
iyi algılıyorsa daha da bir farklı oluyor.
Gençlere tavsiyem ya güzel sanatlardan biriyle
meşgul olsunlar ya da sanat müziği, tasavvuf müziği
icrası yapılan bir koroya katılsınlar.
Gün içerisinde yapmış olduğunuz, dilinize,
gönlünüze aşina olan bir duayı bizimle paylaşmak
ister misiniz?
Bismillahirrahmanirrahim. Bundan büyük dua
mı var? Ama en çok namazlarımın sonunda yaptığım
dua “Sübhanallahi ve bihamdihi sübhanallahil
azim.” Bu duayı hiçbir zaman eksik etmem
ben, benim virdimdir bu. Zaten son dört yıldır
uğraştığım doktora tezim olan “salatü selam” ayrı
bir repertuar oldu. Musiki eşliğinde salatü selam
ile Peygamber Efendimizi o güzel nağmelerle anmak
da ayrı bir şey.
Röportaj: Mehmet Çilek
Haber ve Röportajlara Geri Dön
“Hafız olmak büyük bir şereftir. Ama o şerefin
hemen karşısında büyük bir sorumluluk
vardır. Yani o şerefe nail olmak büyük
bir şeydir ama onu muhafaza etmek, sorumluluk
bilincinde olmak demektir.”
1971’de Amasya’da doğan Fatih Koca, 1983’te Amasya Büyük Ağa Medresesi’nde hafızlığını tamamladı. Musikiye küçük yaşta dedesinin teşvikleriyle başladı... 1999’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu… Akademisyenliğinin yanı sıra neyzen ve kasidehan olan Fatih Hoca ile Aile dergisi okuyucularımız için keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik…
Fatih hocam, ülkemizde Türk Din ve Tasavvuf Musikisi icra eden sanatçılardan birisiniz, aynı zamanda Ankara İlahiyat Fakültesi Türk Din Musikisi Kürsüsünde öğretim üyesisiniz. Biz öncelikle sahip olduğunuz bu başarının sırrını sormak istiyoruz size...
Başarı her zaman Allah’tandır. Meselenin Yüce Rabbimizin vermiş olduğu nimetlere şükretmekten geçtiğine inanan birisiyim ben. Hafızlık hocalarım Seyit Ahmet Fırat ve İsmail Batman her zaman şunu söylerdi bize: “Oğlum, eğer toplumda bir yerlerde olayım; insanların gönüllerinde yerim olsun diyorsanız kesinlikle Kur’an’dan ayrılmayın.” Şayet toplum nezdinde bu manada bir yerimiz varsa bu hep ucundan köşesinden bir yerlerden Kur’an’a hizmet etmemiz sebebiyledir. Kur’an’a hizmet edeni Allah toplumun gönlünde muhakkak bir yer edindiriyor. Dedemin imam olması hasebiyle küçüklüğüm hep camide geçti. Ne zaman tatile köye gitsem dedemi sürekli birilerini okuturken buluyordum. Dedem benim ilgili olduğumu görünce müezzinlik yaptırmaya, Kur’an ve ilahi okutmaya başladı. Beni bırakmadı. Bendeki kabiliyeti görüp elimden tutan ilk kişi dedemdir diyebilirim. Çekirdekten yetişmek derler ya. Benimki de öyle oldu. Fıtraten de ses güzelliği olunca bugünlere kadar geldik işte.
Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş olmanız nasıl bir mana derinliği arz etmekte, anlatabilir misiniz?
Hafız olmak büyük bir şereftir. Ama o şerefin hemen karşısında büyük bir sorumluluk vardır. Yani o şerefe nail olmak büyük bir şeydir ama onu muhafaza etmek, sorumluluk bilincinde olmak demektir. Allah’a şükürler olsun ehil ellerde Kur’an öğrenip hıfzettim. Hafızlıktan sonra hemen medreseden ayrılmadım. İmam hatip lisesine giderken de medresede belletmenlik yapıyor, hafız yetiştiriyordum. Öğrencilerimizin başında onlara örnek olmaya çalışıyordum hep. Burada hem Kur’an’la hem de müzikle meşguliyetim devam etti. Sonra Arapça dersleri aldım Kur’an’ı anlamak için. Kıraat, talim, tecvit onların hepsini hocalarımız veriyorlardı. Allah hepsinden razı olsun. Vefat edenlere Allah rahmet eylesin. Bir Müslüman nasıl olması gerekiyorsa o şekilde yetişmemiz için hocalarımız çok gayret sarf etmişlerdir. Hafızlık sizin için ne anlam ifade ediyor derseniz, ben hayatımı gücümün yettiğince yukarıda saymış olduğum minval üzere devam ettirmeye çalışıyorum. Onun bilincindeyim. Allah günahlarımızı affeylesin diyorum… Gücümüz yetiyor ancak nefis çekiyor bazen bir kenara… Allah bizleri muhafaza eylesin.
Konu hafızlık ve öğrencilik yıllarınızdan açılmışken Fatih Hocam; bu yıllara dair aklınızda yer etmiş anılarınızdan birini bizimle paylaşmak ister misiniz?
Unutamadığım o kadar çok anım var ki… Hangisini anlatayım. Yalnız bir tanesini hiç unutamıyorum. Türkiye çapında düzenlenecek olan Kur’an-ı Kerim’i güzel okuma yarışmasına katılmak üzere Amasya’yı temsilen bir öğrenci seçilecekti. Bu yarışmaya, kursumuzdan güzel Kur’an okuyan üç arkadaşım katılacağından ben yedekte kalmıştım. Yalnız, yarışma günü camiye gitmiş, minber kenarında bir yerde oturmuş olanları izliyordum. Yarışma bitti; sonucu açıklamak üzere o dönemin Amasya müftüsü Hüseyin Çınar Hoca ayağa kalktı. Birden kenarda beni gördü ve şaşkın bir ifadeyle: “Fatih sen yok musun?” dedi. (Hüseyin Hoca beni, kursumuzu ziyarete geldiğinde müezzinlik yapmamdan tanır, sesimi beğenirdi. Biz ilahiler okurduk, o da dinlerdi. İsmimi de orada öğrenmişti.) Cemaate ve jüriye Fatih de okusa olmaz mı? dedi. Herkes gelen teklifi kabul edince ben yerimden heyecanla kalktım, kürsüye çıktım ve okumaya başladım... Gözlerimi aralarda açıyordum ve yaşlıların ağladığını görüyordum. Hüseyin Hoca birinciyi açıklamak için ayağa kalktı ve birden “Fatih Koca” dedi. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Yarışmadan sonra hafızlık arkadaşım Hüseyin Kula beni orada omuzlarına aldı ve Sultan Beyazıt Camii’nden kursa kadar taşıdı. Hiç unutmam o anı. Bu bana bir aşk verdi, bir şevk verdi anlatamam. Hayatımı bu minval üzere devam ettirmem hususunda bir karardı aslında o gün benim için. Tabi benim birinci olduğum haberi dedemlere sonradan ulaşmıştı. Yarışmaya katılacağımı bilseler izlemeye gelirlerdi… Konuyla alakalı şunu da eklemek istiyorum. Dedemin hocası vardı. “Koca imam” derlerdi ona. Son yıllarını dedemin yanında geçirdi. Dedem hep bakmıştı ona. Dedeme zamanında; “Oğlum Allah sana öyle güzel günler göstersin. İşte bu Hayrullah Hoca desinler. Seni parmakla gösterecekleri günler de olsun” diye dua edermiş... Dedem bana derdi ki “Oğlum işte bak biz hizmet ettik büyüklere… Hocam bana dua etti ve çok şükür bu duayı, Allah seninle nasip etti bana...” Dışarı çıkıyorum bir camide veya farklı bir yerde parmakla göstererek diyorlar ki; “Hayrullah Hoca bu işte! Fatih’in, şu Kur’an yarışmasında birinci olan çocuk var ya, işte o çocuğun dedesi bu, diyerek beni gösteriyorlar” derdi. Hasılı bunun Kur’an’a hizmetin, büyüğe saygının ve iyi niyetin sonucu olduğunu düşünüyorum.
Çocukluk ve gençlik yıllarınız Amasya’da geçti... Bizlere musiki eğiliminizin başladığı bu yıllardan ve ney’le tanışma hikâyenizden bahsedebilir misiniz?
Çocukluğumda elektrik ve televizyon yoktu bizim köyde. Dedemin radyosu vardı. Sabah namazından sonra ve özellikle ramazanlarda enstrümantal müzik çalınırdı. Aka Gündüz Kutlay, Niyazi Sayın, Necdet Yaşar, Ahmet Hatiboğlu, Ekrem Vural gibi isimlerden eserler dinlerdim. İlk ney sesini orada duydum. Dedeme neyin nasıl bir şey olduğunu sormuştum. O da bana kamıştan ney gibi üflemeli çalgılar yapardı. Adeta köyün kavalcısı olmuştum. Köylüler çağırıp çalmamı isterlerdi. Ben onlara çalardım. Herkesi kahkahaya boğardı benim yaptıklarım. Neyle ilk tanışmam şu an konservatuarda hoca olan Ramazan Kamiloğlu ile oldu. Hafızlık yaptığım kursu ziyarete geldiğinde onu ney üflerken gördüm. Benim merakımı görünce dört beş günlüğüne bana verdi kendi neyini. Radyodan dinlediğim neyi ilk kez orada görmüştüm, elime alıp üflemeye çalışmıştım. Dedemin, anne ve babamın teşviklerini unutmam mümkün değil. Onlar da hep destek verdiler bana. Amasya’da neyzen Osman Yıldız Hocamla tanıştırdılar, onun evine derse gittim. Hocam bendeki isteği görünce bana hemen iki günün içinde elektrik borusundan ney yaptı. Nerde ney yaptırıyorsun o zaman. Ney yapımcısı mı var? Tam iki yıl o boruyla üfledim ben. Sonra İstanbul’dan Amasya’ya halamın oğlu ve eniştem ney gönderdiler... Sonra ben o neyi bir konserimde Amasya müzesine hediye ettim, sergileniyor şu an. Müzelik olduk yani…
Ney’le olan muhabbetinizi bir defasında; “İlk defa bir sese âşık oldum, bu da ney sesiydi” sözleriyle ifade etmişsiniz...
Mevlana der ki, ney bir mürşidi kâmildir. O mürşidi kâmilin size ifade ettiği, Allah’a götüren yol ne ise o yol üzere devam edin der. Ben ney sesinden gayrimeşru bir duygu hiçbir zaman için almadım. Allah’ı ve peygamberi hatırlatmayan bir ses almadım. Herhâlde bundan olsa gerek, ney benim hayatımla bütünleşmiş. Ney’siz geçirebileceğim bir günüm olmadığını belirtmek isterim. Çünkü ney benim için bir arkadaştır. Çünkü musiki, eğer iyi kullanırsanız insanı kötü şeylerden muhafaza eder. Bir insan fıtraten kızgın olabilir veya çok hüzünlü olabilir. Bunlardan kurtulmanın yolu “neydir, ney sesidir” derim. Evimde arabamda fakültede odamda da neyim vardır. Alırsın eline biraz ney üflersin, o kızgınlık ya da hüzün yok oluverir.
Ney’siz geçirebileceğim bir günüm olmadığını belirtmek isterim. Çünkü ney benim için bir arkadaştır. Çünkü musiki, eğer iyi kullanırsanız insanı kötü şeylerden muhafaza eder. Bir insan fıtraten kızgın olabilir veya çok hüzünlü olabilir. Bunlardan kurtulmanın yolu “neydir, ney sesidir” derim.
Şu an Diyanet TV’de “Bad-ı Saba” programınız devam ediyor…
Beni ulusal manada televizyona teşvik eden 2003 yılından itibaren Mehmet Görmez Hocamız olmuştur. O yıllarda TRT 1 ekranlarında İslam’ın Aydınlığında programı vardı. Tam beş yıl boyunca bu programda TRT repertuarından dini musiki eserleri seslendirdim. Çok güzel bir hizmet olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Evet, “Bad-ı Saba” devam ediyor… Bugün yetmiş küsur program olmuş… Tasavvuf ve Cami Musikisi konularını -camiden çıkmışız, bir çay söylemişiz caminin kenarında şeklinde- sohbet tadında götürüyoruz. Anadolu’nun farklı yerlerine de götürmek istiyorum inşallah programımızı… Bu çalışmaları dini musikimize bir hizmet olarak görüyorum. Bu hizmetin içinde olduğum için de kendimi hep mutlu hissediyorum, Allah’a şükrediyorum.
Bugünün gençlerine neler tavsiye etmek istersiniz… Bu noktada ailelere düşen sorumluluklardan da bahsedebiliriz…
Her Müslümanın bir enstrümanla meşgul olmasını tavsiye edebilirim. Özellikle çocukluktan gençliğe geçiş ve gençlik dönemlerinde anne babalara tavsiyem çocuklarını bir sanatla meşgul olmaya teşvik etmeleridir. Ney, gitar, bağlama hiç fark etmez. Hat veya resim de olabilir. Çocukların enerjilerini güzel sanatlara harcamaları onların fiziksel, ahlaki ve manevi gelişimlerine kesinlikle katkıda bulunacaktır. Oğlum Furkan’da ve etrafımdaki ailelerin çocuklarında görüyorum ben müziğin olumlu katkısını. Ama neyin ayrı bir felsefesi var. Neyle meşgul olanlar eğer onun felsefesini iyi algılıyorsa daha da bir farklı oluyor. Gençlere tavsiyem ya güzel sanatlardan biriyle meşgul olsunlar ya da sanat müziği, tasavvuf müziği icrası yapılan bir koroya katılsınlar.
Gün içerisinde yapmış olduğunuz, dilinize, gönlünüze aşina olan bir duayı bizimle paylaşmak ister misiniz?
Bismillahirrahmanirrahim. Bundan büyük dua mı var? Ama en çok namazlarımın sonunda yaptığım dua “Sübhanallahi ve bihamdihi sübhanallahil azim.” Bu duayı hiçbir zaman eksik etmem ben, benim virdimdir bu. Zaten son dört yıldır uğraştığım doktora tezim olan “salatü selam” ayrı bir repertuar oldu. Musiki eşliğinde salatü selam ile Peygamber Efendimizi o güzel nağmelerle anmak da ayrı bir şey.
Röportaj: Mehmet Çilek
Haber ve Röportajlara Geri Dön