DİYANET AİLE DERGİSİ

Basında Fatih Koca

“Hafız olmak büyük bir şereftir. Ama o şerefin hemen karşısında büyük bir sorumluluk vardır. Yani o şerefe nail olmak büyük bir şeydir ama onu muhafaza etmek, sorumluluk bilincinde olmak demektir.”




1971’de Amasya’da doğan Fatih Koca, 1983’te Amasya Büyük Ağa Medresesi’nde hafızlığını tamamladı. Musikiye küçük yaşta dedesinin teşvikleriyle başladı... 1999’da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu… Akademisyenliğinin yanı sıra neyzen ve kasidehan olan Fatih Hoca ile Aile dergisi okuyucularımız için keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik…

Fatih hocam, ülkemizde Türk Din ve Tasavvuf Musikisi icra eden sanatçılardan birisiniz, aynı zamanda Ankara İlahiyat Fakültesi Türk Din Musikisi Kürsüsünde öğretim üyesisiniz. Biz öncelikle sahip olduğunuz bu başarının sırrını sormak istiyoruz size...


Başarı her zaman Allah’tandır. Meselenin Yüce Rabbimizin vermiş olduğu nimetlere şükretmekten geçtiğine inanan birisiyim ben. Hafızlık hocalarım Seyit Ahmet Fırat ve İsmail Batman her zaman şunu söylerdi bize: “Oğlum, eğer toplumda bir yerlerde olayım; insanların gönüllerinde yerim olsun diyorsanız kesinlikle Kur’an’dan ayrılmayın.” Şayet toplum nezdinde bu manada bir yerimiz varsa bu hep ucundan köşesinden bir yerlerden Kur’an’a hizmet etmemiz sebebiyledir. Kur’an’a hizmet edeni Allah toplumun gönlünde muhakkak bir yer edindiriyor. Dedemin imam olması hasebiyle küçüklüğüm hep camide geçti. Ne zaman tatile köye gitsem dedemi sürekli birilerini okuturken buluyordum. Dedem benim ilgili olduğumu görünce müezzinlik yaptırmaya, Kur’an ve ilahi okutmaya başladı. Beni bırakmadı. Bendeki kabiliyeti görüp elimden tutan ilk kişi dedemdir diyebilirim. Çekirdekten yetişmek derler ya. Benimki de öyle oldu. Fıtraten de ses güzelliği olunca bugünlere kadar geldik işte.

Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş olmanız nasıl bir mana derinliği arz etmekte, anlatabilir misiniz?


Hafız olmak büyük bir şereftir. Ama o şerefin hemen karşısında büyük bir sorumluluk vardır. Yani o şerefe nail olmak büyük bir şeydir ama onu muhafaza etmek, sorumluluk bilincinde olmak demektir. Allah’a şükürler olsun ehil ellerde Kur’an öğrenip hıfzettim. Hafızlıktan sonra hemen medreseden ayrılmadım. İmam hatip lisesine giderken de medresede belletmenlik yapıyor, hafız yetiştiriyordum. Öğrencilerimizin başında onlara örnek olmaya çalışıyordum hep. Burada hem Kur’an’la hem de müzikle meşguliyetim devam etti. Sonra Arapça dersleri aldım Kur’an’ı anlamak için. Kıraat, talim, tecvit onların hepsini hocalarımız veriyorlardı. Allah hepsinden razı olsun. Vefat edenlere Allah rahmet eylesin. Bir Müslüman nasıl olması gerekiyorsa o şekilde yetişmemiz için hocalarımız çok gayret sarf etmişlerdir. Hafızlık sizin için ne anlam ifade ediyor derseniz, ben hayatımı gücümün yettiğince yukarıda saymış olduğum minval üzere devam ettirmeye çalışıyorum. Onun bilincindeyim. Allah günahlarımızı affeylesin diyorum… Gücümüz yetiyor ancak nefis çekiyor bazen bir kenara… Allah bizleri muhafaza eylesin.

Konu hafızlık ve öğrencilik yıllarınızdan açılmışken Fatih Hocam; bu yıllara dair aklınızda yer etmiş anılarınızdan birini bizimle paylaşmak ister misiniz?


Unutamadığım o kadar çok anım var ki… Hangisini anlatayım. Yalnız bir tanesini hiç unutamıyorum. Türkiye çapında düzenlenecek olan Kur’an-ı Kerim’i güzel okuma yarışmasına katılmak üzere Amasya’yı temsilen bir öğrenci seçilecekti. Bu yarışmaya, kursumuzdan güzel Kur’an okuyan üç arkadaşım katılacağından ben yedekte kalmıştım. Yalnız, yarışma günü camiye gitmiş, minber kenarında bir yerde oturmuş olanları izliyordum. Yarışma bitti; sonucu açıklamak üzere o dönemin Amasya müftüsü Hüseyin Çınar Hoca ayağa kalktı. Birden kenarda beni gördü ve şaşkın bir ifadeyle: “Fatih sen yok musun?” dedi. (Hüseyin Hoca beni, kursumuzu ziyarete geldiğinde müezzinlik yapmamdan tanır, sesimi beğenirdi. Biz ilahiler okurduk, o da dinlerdi. İsmimi de orada öğrenmişti.) Cemaate ve jüriye Fatih de okusa olmaz mı? dedi. Herkes gelen teklifi kabul edince ben yerimden heyecanla kalktım, kürsüye çıktım ve okumaya başladım... Gözlerimi aralarda açıyordum ve yaşlıların ağladığını görüyordum. Hüseyin Hoca birinciyi açıklamak için ayağa kalktı ve birden “Fatih Koca” dedi. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Yarışmadan sonra hafızlık arkadaşım Hüseyin Kula beni orada omuzlarına aldı ve Sultan Beyazıt Camii’nden kursa kadar taşıdı. Hiç unutmam o anı. Bu bana bir aşk verdi, bir şevk verdi anlatamam. Hayatımı bu minval üzere devam ettirmem hususunda bir karardı aslında o gün benim için. Tabi benim birinci olduğum haberi dedemlere sonradan ulaşmıştı. Yarışmaya katılacağımı bilseler izlemeye gelirlerdi… Konuyla alakalı şunu da eklemek istiyorum. Dedemin hocası vardı. “Koca imam” derlerdi ona. Son yıllarını dedemin yanında geçirdi. Dedem hep bakmıştı ona. Dedeme zamanında; “Oğlum Allah sana öyle güzel günler göstersin. İşte bu Hayrullah Hoca desinler. Seni parmakla gösterecekleri günler de olsun” diye dua edermiş... Dedem bana derdi ki “Oğlum işte bak biz hizmet ettik büyüklere… Hocam bana dua etti ve çok şükür bu duayı, Allah seninle nasip etti bana...” Dışarı çıkıyorum bir camide veya farklı bir yerde parmakla göstererek diyorlar ki; “Hayrullah Hoca bu işte! Fatih’in, şu Kur’an yarışmasında birinci olan çocuk var ya, işte o çocuğun dedesi bu, diyerek beni gösteriyorlar” derdi. Hasılı bunun Kur’an’a hizmetin, büyüğe saygının ve iyi niyetin sonucu olduğunu düşünüyorum.

Çocukluk ve gençlik yıllarınız Amasya’da geçti... Bizlere musiki eğiliminizin başladığı bu yıllardan ve ney’le tanışma hikâyenizden bahsedebilir misiniz?


Çocukluğumda elektrik ve televizyon yoktu bizim köyde. Dedemin radyosu vardı. Sabah namazından sonra ve özellikle ramazanlarda enstrümantal müzik çalınırdı. Aka Gündüz Kutlay, Niyazi Sayın, Necdet Yaşar, Ahmet Hatiboğlu, Ekrem Vural gibi isimlerden eserler dinlerdim. İlk ney sesini orada duydum. Dedeme neyin nasıl bir şey olduğunu sormuştum. O da bana kamıştan ney gibi üflemeli çalgılar yapardı. Adeta köyün kavalcısı olmuştum. Köylüler çağırıp çalmamı isterlerdi. Ben onlara çalardım. Herkesi kahkahaya boğardı benim yaptıklarım. Neyle ilk tanışmam şu an konservatuarda hoca olan Ramazan Kamiloğlu ile oldu. Hafızlık yaptığım kursu ziyarete geldiğinde onu ney üflerken gördüm. Benim merakımı görünce dört beş günlüğüne bana verdi kendi neyini. Radyodan dinlediğim neyi ilk kez orada görmüştüm, elime alıp üflemeye çalışmıştım. Dedemin, anne ve babamın teşviklerini unutmam mümkün değil. Onlar da hep destek verdiler bana. Amasya’da neyzen Osman Yıldız Hocamla tanıştırdılar, onun evine derse gittim. Hocam bendeki isteği görünce bana hemen iki günün içinde elektrik borusundan ney yaptı. Nerde ney yaptırıyorsun o zaman. Ney yapımcısı mı var? Tam iki yıl o boruyla üfledim ben. Sonra İstanbul’dan Amasya’ya halamın oğlu ve eniştem ney gönderdiler... Sonra ben o neyi bir konserimde Amasya müzesine hediye ettim, sergileniyor şu an. Müzelik olduk yani…

Ney’le olan muhabbetinizi bir defasında; “İlk defa bir sese âşık oldum, bu da ney sesiydi” sözleriyle ifade etmişsiniz...


Mevlana der ki, ney bir mürşidi kâmildir. O mürşidi kâmilin size ifade ettiği, Allah’a götüren yol ne ise o yol üzere devam edin der. Ben ney sesinden gayrimeşru bir duygu hiçbir zaman için almadım. Allah’ı ve peygamberi hatırlatmayan bir ses almadım. Herhâlde bundan olsa gerek, ney benim hayatımla bütünleşmiş. Ney’siz geçirebileceğim bir günüm olmadığını belirtmek isterim. Çünkü ney benim için bir arkadaştır. Çünkü musiki, eğer iyi kullanırsanız insanı kötü şeylerden muhafaza eder. Bir insan fıtraten kızgın olabilir veya çok hüzünlü olabilir. Bunlardan kurtulmanın yolu “neydir, ney sesidir” derim. Evimde arabamda fakültede odamda da neyim vardır. Alırsın eline biraz ney üflersin, o kızgınlık ya da hüzün yok oluverir.

Ney’siz geçirebileceğim bir günüm olmadığını belirtmek isterim. Çünkü ney benim için bir arkadaştır. Çünkü musiki, eğer iyi kullanırsanız insanı kötü şeylerden muhafaza eder. Bir insan fıtraten kızgın olabilir veya çok hüzünlü olabilir. Bunlardan kurtulmanın yolu “neydir, ney sesidir” derim.



Şu an Diyanet TV’de “Bad-ı Saba” programınız devam ediyor…


Beni ulusal manada televizyona teşvik eden 2003 yılından itibaren Mehmet Görmez Hocamız olmuştur. O yıllarda TRT 1 ekranlarında İslam’ın Aydınlığında programı vardı. Tam beş yıl boyunca bu programda TRT repertuarından dini musiki eserleri seslendirdim. Çok güzel bir hizmet olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Evet, “Bad-ı Saba” devam ediyor… Bugün yetmiş küsur program olmuş… Tasavvuf ve Cami Musikisi konularını -camiden çıkmışız, bir çay söylemişiz caminin kenarında şeklinde- sohbet tadında götürüyoruz. Anadolu’nun farklı yerlerine de götürmek istiyorum inşallah programımızı… Bu çalışmaları dini musikimize bir hizmet olarak görüyorum. Bu hizmetin içinde olduğum için de kendimi hep mutlu hissediyorum, Allah’a şükrediyorum.

Bugünün gençlerine neler tavsiye etmek istersiniz… Bu noktada ailelere düşen sorumluluklardan da bahsedebiliriz…


Her Müslümanın bir enstrümanla meşgul olmasını tavsiye edebilirim. Özellikle çocukluktan gençliğe geçiş ve gençlik dönemlerinde anne babalara tavsiyem çocuklarını bir sanatla meşgul olmaya teşvik etmeleridir. Ney, gitar, bağlama hiç fark etmez. Hat veya resim de olabilir. Çocukların enerjilerini güzel sanatlara harcamaları onların fiziksel, ahlaki ve manevi gelişimlerine kesinlikle katkıda bulunacaktır. Oğlum Furkan’da ve etrafımdaki ailelerin çocuklarında görüyorum ben müziğin olumlu katkısını. Ama neyin ayrı bir felsefesi var. Neyle meşgul olanlar eğer onun felsefesini iyi algılıyorsa daha da bir farklı oluyor. Gençlere tavsiyem ya güzel sanatlardan biriyle meşgul olsunlar ya da sanat müziği, tasavvuf müziği icrası yapılan bir koroya katılsınlar.

Gün içerisinde yapmış olduğunuz, dilinize, gönlünüze aşina olan bir duayı bizimle paylaşmak ister misiniz?


Bismillahirrahmanirrahim. Bundan büyük dua mı var? Ama en çok namazlarımın sonunda yaptığım dua “Sübhanallahi ve bihamdihi sübhanallahil azim.” Bu duayı hiçbir zaman eksik etmem ben, benim virdimdir bu. Zaten son dört yıldır uğraştığım doktora tezim olan “salatü selam” ayrı bir repertuar oldu. Musiki eşliğinde salatü selam ile Peygamber Efendimizi o güzel nağmelerle anmak da ayrı bir şey.

Röportaj: Mehmet Çilek

Haber ve Röportajlara Geri Dön