ON5YİRMİ5

Basında Fatih Koca

Bizim Hizmetimiz de Musiki İle...


İLK DEFA BİR SESE AŞIK OLDUM: BU NEY SESİYDİ

Musikiye küçük yaşta dedenizin himmetiyle başlamışsınız. Musikiyle ve neyle ilk temasınızdan bahseder misiniz? Neyin sizin için ayrı bir yeri olduğunu biliyoruz…

Dedem rahmetli camide imamdı. Küçüklüğümden beri cami musikisiyle iç içeydim. Ezan, sala, Kur’an-ı Kerim, müezzinlik… Caminin içerisinde icra edilen bütün formları ben dedemden, camideki okuyanlardan dinleyerek, öğrenerek icra ettim. Dolayısıyla cami içindeki formları küçüklüğümde böyle dinleyerek, meşk usulüyle aldım. Musikiyle ilk tanışıklığım, yani cami musikisiyle olan bağlantım bu. Ama normal musikiyle olan bağlantım da şöyle olmuştur. O zamanlarda, yetmişli yıllarda bizde televizyon bulunmadığı için radyodan dinleyerek… Özellikle Ramazanlarda iftar programlarında, Ankara radyosunda iftardan önce mutlaka bir tasavvuf musikisi eserleri seslendirilirdi. Onları hep takip ederdim. Orada ilk defa bir sese aşık oldum. O da ney sesi. O nasıl bir şeydir öyle. Kaval diye biliyordum önce. Bu muhabbetimden dolayı dedem bana kamıştan küçük kavallar yapmaya başladı, ney gibi. Onları üfledim ben. Sonra hafızlığa götürdü dedem beni. Tabii babam ve annem arkamda oldular daima. Hafızlığa gittiğimde Kayseri İlahiyat’ta okuyan Ramazan Kamiloğlu diye bir ağabey beni neyle tanıştırdı. O bizim medreseye gelirken neyini de getirdi. Neyi ilk orada görmüştüm, medresede. Hafızlık bitti ve Amasya’da ney üfleyen bir Osman hocam vardı, Osman Yıldız. Osman Yıldız hocayı bulduk, zaten onun ilk talebesi benim. Ondan sonra bu musıki aşkı başladı. Ney, insan sesine en yakın enstrümandır. Bunu bütün müzisyenler söyler. İnsan sesine en yakın olan ses, ney sesidir. Bir de dini bir camiada yetiştiğimiz için ney ve defin dışında bir enstrüman çalmamız uygun olmaz düşüncesiyle başka bir enstrümana da yönelemedim. Ama iyi ki yönelmedim ve hayatım neyle geçti.

NEY İNSAN-I KAMİL’İ TEMSİL EDER

Ney sesinin insanda ulvi duygular uyandırmasını, insan ruhunu derinden etkilemesini neye bağlarsınız? Sadece insan sesine yakın olmasıyla açıklayabilir miyiz bunu?

Açıklayamayız, hayır. Mevlana hazretleri, ney enstrümanını insan-ı kamile, mürşid-i kamile, bir Allah dostuna benzetir. Nasıl ki insan bir Allah dostunu gördüğü an feyz ve muhabbet alır, ney sazı da bir nevi insan-ı kamildir. Yani mürşid-i kamili sembolize eder. Neyden çıkan o lahuti ses insanı Allah’a yaklaştırır ve insan feyz, bereket alır. Dolayısıyla her insanın mutlaka Allah’la olan bir bağlantısı vardır. O bağlantıyı yakalamada belki en önemli faktörlerden birisi ney sazıdır. Namaz, oruç, hac, diğer ibadetler… Bunların hepsi mutlaka birinci derecede önemlidir ama inanın hem müminler hem gayrimüslimler ney sazını duyunca kesinlikle bir melekût alemine, ruhani aleme dalarlar. Bu neydeki Allah’ın belki bize ifşa etmemiş olduğu bir sırdan kaynaklanıyor diyebilirim.

PEYGAMBER SIRRINI İFŞA ETMİŞTİR NEY

Son yıllarda ney de en az diğer enstrümanlar kadar özellikle gençler arasında oldukça ilgi topluyor. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz ve ney öğrenmek isteyen talebelere ne gibi tavsiyeleriniz olabilir?

Seksenli, doksanlı yıllarda, hatta doksanlı yılların sonlarına doğru neyzen çok azdı. Türkiye’de de çok azdı. Rahmetli Aka Gündüz Kutbay, Niyazi Sayın, yani parmakla sayılacak kadar, belki başka illerde mutlaka vardır ama Amasya’da bir taneydi neyzen mesela. Belki her ilde birkaç tane ancak vardı. Şu anda ise talebelerle beraber belki yüz binlerce neyzenden bahsediyoruz. Ben bu ilgiyi şuna bağlıyorum: İnsanların bir boşluk içerisinde olduğunu biliyoruz. Bu boşluğu doldurabilmeleri için mutlaka bir şeylerle meşgul olmaları gerekiyor. Bu da sanatın herhangi bir yönü olabilir. Sadece müzik değil başka sanat dalları da olabilir. Ama insanlar eğer müzik dalını seçtilerse ney sazına biraz daha ilgi gösteriyorlar. Çünkü ney sazı, biraz evvel bahsettiğim gibi o lahuti aleme götürüyor. Gençlerin ney sazına olan ilgisi de şundan dolayı olabilir: Özellikle büyük şehirlerdeki üniversite gençliğinin yaşamış olduğu çok büyük stresler var. Sadece maddi kaygılar değil, manevi sıkıntılar da var. Bunlardan arınmanın yolunun bir sanattan geçtiğini bilen gençler ney sazına yöneliyorlar. Ney sazı insanı sadece maddi yönden rahatlatmıyor, ruhi anlamda da rahatlatıyor. Bunu gören gençlik birbirlerine tavsiye ederek ney sazına ilgi ve iştiyakını gösteriyor. Şu anda üniversite gençliğinin, eskiden bağlama, gitar da çok fazlaydı ama, şu anda ney sazının onları geçtiğini düşünüyorum. Neyin aslında bir hikayesi var. Feridüddin Attar’ın Mantıku’t-tayr’ında geçiyor bu hikaye. Efendimiz aleyhisselam, Hz. Ali Efendimize diyor ki: Sana bir sır söyleyeyim; ama bunu kimseye söyleme. Efendimiz bu sırrı Hz. Ali Efendimize söylüyor. Hz. Ali o sırrı duyunca mutluluktan ne yapacağını bilemiyor. Hani insan güzel bir müjde duyar, birilerine anlatmak ister ya, öyle bir halde ne yapacağını bilemiyor Hz. Ali Efendimiz. Ama Paygamber Efendimiz de anlatma dedi. O da Medine’nin dışında kör bir kuyu bulup o kuyuya eğiliyor, bağıra bağıra anlatıyor bu sırrı. Ertesi gün o kuyudan sular fışkırmaya, kuyunun etrafı yeşillenmeye başlıyor. Orada bir kamışlık yetişiyor ve kamışlıktan çobanın biri bir kaval yapıyor ve üflemeye başlıyor. Peygamberimiz bu sesi duyunca Hz. Ali’ye şöyle diyor: Benim sırrımı ifşa mı ettin? Yani bu sazın Allah’la olan bir bağı var. Onun için gençliğin neye daha fazla ilgi gösterdiğini düşünüyorum. “Musiki hal ilmidir, yaşanmazsa dinlenilmez.” diye bir söz söylemiş Sami Savni Özer. Bu söze katılır mısınız? Katılırım tabii ki ama hangi musiki? Klasik musikimiz, dini musikimiz… Çünkü musikiyi belli bir dereceye getiren, bizim diyebileceğimiz musikiyi belli bir seviyeye getiren, o musikinin içerisine yerleştirilen sözlerden yola çıkmak lazım. Çünkü bizim musikimiz Allah’ın varlığını, birliğini, Efendimiz aleyhisselamın hak Rasul olduğunu ve tevhid inancını yansıtan bir musiki olduğu için o tevhid inancına bağlı olarak yaşamayan bir insan bizim musikimizi anlamaz. Yahya Kemal merhumun buyurduğu gibi "Çok insan anlamaz eski mûsikîmizden, Ve ondan anlamayan, bir şey anlamaz bizden…" Sami ağabeyin bahsettiği de bu olsa gerek.

TASAVVUF MUSİKİSİ ADINI İLK KOYAN AHMET HATİPOĞLU’DUR

Tasavvuf musikisini nasıl tanımlıyorsunuz, nedir tasavvuf musikisi? İcra ettiğiniz şey tam olarak bu mu?

Öncelikle tasavvuf musikisi diye bir şey var mı? Bizim dini musikimizin, tabii ki çok önemli sanatçılar olmakla birlikte, Cumhuriyet döneminin en önemli sacayaklarından birisi Ahmet Hatipoğlu hocamızdır. Ahmet Hatipoğlu hocamız, Hatipzade’nin, yani Hatip hocanın ikiz oğlundan biri. İkiz kardeşi de Prof. Mehmet Sait Hatipoğlu’dur. Ahmet Hatipoğlu hocamız altmışlı yılların başında Almanya’ya yayın yapan dış yayınlardan başlayarak eserlerin isimlerini anmadan, bu bir ilahidir demeden klasik eserleri okumaya başlamış. Almanya’daki gurbetçilerimize bizim musikimizi, geleneksel dini musikimizi tamburuyla, yanında da bendiriyle Ergun Balcı ve rahmetli Arif Biçer üstadlar radyodan yayın yaparlar. Dış yayınlar denetim dışı olduğu için biz üçümüz rahat rahat okuyorduk der Ahmet hocam. Aynı zamanda aile meclislerinde de bu eserler icra edilir. Sonra Ankara radyosuna bir yığın mektup gelince bu musiki artık göz ardı edilemez. Ankara radyosundan da bu eserleri icra etmeye başlarlar. Ahmet Hatipoğlu hocamız 1977’de dini musiki korosunu kurmak ister. Çünkü tasavvuf müziği diye bir müzik türü yoktur, dini müzik vardır, dini müzik ana başlıktır. Dini müziğin iki yan dalı vardır. Birisi cami musikisi, camide icra edilen musikimiz, diğeri ise tekke musikisi. Tasavvuf müziği diye bir şey yok o zamana kadar. O dönemde nasıl yaparız da insanları fazla ayağa kaldırmadan dini musiki korosunu kuralım. Bunu da tasavvuf musikisi korosu adı altında 1977’de, hoca da şu şekilde altını çizer “ilk olurlu Türk tasavvuf musikisi korosu”nu kurar Ankara’da. O koro hala devam etmektedir. Ben de 99 yılından beri Ankara radyosunda o koronun hem koristliğini hem de kasidehanlığını, solistliğini yapmaktayım. Hoca emekli olmasına rağmen o koroyu devam ettirmektedir. O koro 77’den 2012 yılına kadar hem cami musikisi formlarını hem de tekke musikisi formlarını Ankara radyosundan, TRT’den, bazen de İstanbul radyosuyla ortaklaşa klasik dini musikimizin binlerce eserini seslendirmiştir. Tasavvuf musikisinin adını ilk koyan kişi Ahmet Hatipoğlu’dur. Normalde cami musikisi ve tekke musikisi var. Tekke musikisinin en önemli formu da Mevlevi ayinleridir ve diğer tekkelerde zikir esnasında icra edilen ilahilerdir, duraklardır, mersiyelerdir… Dolayısıyla biz bunların hepsine tasavvuf musikisi diyoruz şu anda. Aslında işin aslı biraz evvelki anlattığım meseledir.
Günümüzde dinlenilen, daha çok popüler olan ve "ilahi" olarak nitelendirilen müzik formunun tasavvuf musikisi içindeki yeri nedir? Yani şu an önümüze sunulan ‘ilahi’ler tasavvuf musikisinin aslına uygun icra ediliyor mu?

Bizim geleneksel musikimizin, müzikolog Savaş Bahçın Bey bu şekilde söyler, kendine has prensipleri vardır. O prensiplere uygun yapılan musikimiz tasavvuf musikimiz içerisinde yer alır. Şunu da açıkça söyleyeyim ki biz de zaman zaman konserlerimizde bu geleneksel musikimizin dışına çıkıp, başka tarz "ilahi" dediğimiz eserler okuyoruz. Tabii buna tasavvuf musikisi denmez. Çünkü tasavvuf musikimizin, dini musikimizin kendine has bir prensibi vardır. O prensiplerini yansıtabiliyorsak musikimizde, o bizim musikimizdir. Diğerlerine, bu tasavvuf musikisidir, geleneksel musikimizdir demek yanlış olur. Ancak onlar da bizim müziğimizdir. Ben burada biraz daha farklı düşünüyorum. Hem bu işin üniversitede dersini veren hocası olarak da söylüyorum. Farklı tarzlarda okunan ilahilerin içeriği de zaten tevhid inancını yansıtıyor. Allah’ın varlığı, birliği, Allah sevgisi, aşkı, peygamber aşkı… Bunlardan bahsettiği için onlar da bizim musikimizin içerisinde. Ama bunları geleneksel musikimiz içerisine almak mümkün değil. O da halkımızın, bizim musikimizdir, onlara da karşı çıkamayız. Bunun sadece tasavvuf müziği içerisinde söylenmesine karşı çıkarım ancak yine de onlar bizim ilahilerimizdir. Bunlar Yunus’tandır, Niyazi Mısri’dendir, herhangi bir Allah dostunun sözüdür neticede. Sadece melodi değişiktir, belki kalıp değişiktir. Ona da karşı çıkamayız.

BİZİM HİZMETİMİZ DE MUSİKİ

Çeşitli vesilelerle yurt dışında “Türk Tasavvuf Müziği” ne yönelik pek çok programa iştirak ettiniz. Bu programlarda edindiğiniz izlenimleri bizlerle paylaşır mısınız?

Yaklaşık otuza yakın ülkede üç yüzden fazla konser verdik. Genel olarak Müslümanlara hitap ediyoruz konserlerimizde. Gayrimüslimlere yönelik konserlerimizden bahsedeyim. Konuşmamızın başında söylediğim gibi hem neyin özel bir sesi var hem de bizim musikimizin farklı bir ritmi, ahengi, zikir ahengi var. Bu ahenk, armoni bütün insanları çok farklı şekillerde cezp ediyor. Ney, sesiyle belli bir yere götürüyor; ritimler ve zikirlerle kendilerini, Allah ile baş başa bulabiliyorlar. Musiki bir anda bir araç oluyor onlara. Hatipoğlu hocam, Musiki Allah ile insan arasında bir bağ kurar, der. İnsan gayrimüslim de olsa, tanrı inancı varsa bu bağı kurabilir. Dini musikimiz o bağı gerçekten güçlendiriyor ve Allah’a ulaştırıyor onları. Ben bazı konserlerimde gayrimüslimlerin Müslüman olduğuna şahidim. Bizim musikimiz bir şekilde müminlere de hizmet ediyor, gayrimüslimlerin de mümin olmalarına vesile oluyor. Onların gözyaşlarını görüyorum, düşünüyorum, niçin ağlar ki bir insan diyorum. Biz orada Türkçe veya Arapça kelimelerle okuyoruz. Ama bakıyorsun o insanlar ağlıyorlar. Çok şahit oldum. Hatipoğlu hocamın ‘hüzzam hu’ zikriyle Sidney’de bir bayanın ağlaya ağlaya Müslüman olduğuna şahit oldum. Hu ne demektir diye sordu. Organizatör arkadaşımız, o bizim inandığımız Allah’tır dedi. “O zaman ben de o Allah’a inanıyorum.” dedi ve Müslüman oldu. Avrupa’daki bizim Türk gençlerinin de musikimizi dinledikleri zaman hıçkıra hıçkıra ağladıklarını gördüm. Onları daha da çok yanaştırıyor Allah’a, peygambere. Bu bir hizmettir, biz de musikiyle bu yolda hizmet ediyoruz. Bizim hizmetimiz de musiki. Musikimizle İslam’a hizmet etmeye çalışıyoruz. İnşallah öyledir, ben buna inanıyorum. Ramazan ayındayız, Kuran ayında. Efendimiz "Kur'anı seslerinizle zînetlendiriniz." buyuruyor.

Bir hafız olarak size göre bunun ölçütü ne olabilir?

Cami musikimizin en önemli formu Kuran tilavetidir. Dolayısıyla temsili kıraat dediğimiz Kuran tilaveti tecvit kaidelerine uyarak ama musiki müktesebatı da varsa insanın, musikiyi de o tecvit kaidelerinin dışına çıkmadan uygulaması gerektiğine inanıyorum. Eğer musikiyi kıraatın üzerinde yapmaya kalkışırsa okuduğumuz Kuran, Kuran’dan çıkar. Musikiyi daima kıraatın altında tutarak, ama mutlaka kullanarak, güzel sesimizle biraz daha süsleyerek okursak hem kendimiz ondan biraz daha fazla feyz almış oluruz hem de bizi dinleyen insanlara daha güzel bir atmosfer yaşatmış oluruz. Güzel sesimizle bu şekilde Kur’an-ı Kerim okumamızın ben farz olduğunu düşünüyorum. Peygamber Efendimiz sahebesine bunu emretmiş, hatta bazı sahabelerine, Musa el Eşari gibi, Abdullah bin Mesud gibi sahabeleri özellikle kendisi dinlemiştir sesleri güzel olduğu için. Güzel ses çok önemli, Hz. Bilal’e niçin ezan okutmuştur? Sesi çok güzeldir de ondan. Güzel ses ilmin yarısıdır derler, onun için güzel bir sesle okunan kıraat, sadece okuyanı değil dinleyeni de etkiler. O hadis-i şerifi şöyle de algılarım ben: Kuran’ı okuyanın sesleri de güzel olur. Yani Kur’an okuyun ki sesiniz güzelleşsin. Kuran’ı bol okudukça ses güzelleşir.

Haber ve Röportajlara Geri Dön